Bugün, birkaç çuval tarçın veya karabiber ele geçirmek için insanların birbiriyle çarpışacağını, canını tehlikeye atacağını düşünemiyoruz bile. Oysa yüzyıllar boyu, baharat, son derece az bulunduğundan, batı ülkelerinde, gümüş veya altın kadar değerliydi. Zaten birçok büyük gemici, baharat aramağa çıktıkları zaman, yeni yeni topraklar bulmuş ve buralarda sömürgeler kurmuşlardı. Bunun Avrupa ulusları arasında yarattığı rekabet, bazen kanlı savaşlara bile yol açmıştır. Şu halde baharatın, üretimin sanayileştirildiği ve taşıma kolaylıklarının sağlandığı XIX. yy.a kadar tarihte önemli bir yeri olduğunu rahatça söyleyebiliriz.
Baharat, iştah açıcı veya sindirimi kolaylaştırıcı özellikleriyle tıpta, özellikle gastronomide (mutfak biliminde) kullanılan, koku verici bitkilerdir. En çok kullanılanlar, karabiber, zencefil, tarçın, kimyon, vanilya, kırmızıbiber, Gine karabiberi denen Afrika küçük hindistancevizi, karanfil ve pimentadır.
Avrupa’da ilk tanınan baharat Hint karabiberiydi. Eski tarihçiler, Hint karabiberinin o çağlarda, altın değerinde olduğunu yazarlar. O kadar ki,
Karabiber gibi pahalı cümlesi, pahalılığı ölçen bir deyim olmuştur. Zencefili, Yunanlılara Persler tanıtmıştı. Romalılar hemen her yemeklerine zencefil koyacak kadar bu baharatı sevmişlerdi. Soğutucu aygıtların bulunmadığı o çağlarda, özellikle etlerin korunması için baharat çok gerekliydi. Baharat satışı özellikle Venedikli tacirlerin tekelindeydi ve belgelere göre, bu tacirler 288 kadar baharat türü satıyorlardı.
İştah açıcı özellikler
Baharatın beslenmede ve mutfaktaki yeri, her ülkenin mutfak alışkanlıklarına göre değişir. Genellikle, sıcak bölgelerde daha çok kullanılır, yemeklerin tadını ve sıcaktan azalan iştahı arttırır. Başka yerlerde baharat daha az kullanılmakla birlikte, gene de en seçkin yemeklerin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Tıp alanında, baharatın sindirim işini kolaylaştırdığı kabul edilmiştir, ama aşırı derecede kullanılması ciddî rahatsızlıklara yol açabilir.